Hakikat, hocaların değil, hâl ehlinin lisanındadır.
“Ey yolcu…
Sen kime bakarak hakikati arıyorsun?
Söze mi, surete mi, kalabalığa mı?
“Ey yolcu…
Sen kime bakarak hakikati arıyorsun?
Söze mi, surete mi, kalabalığa mı?
Sen bana ‘doğru musun’ diye sorma.
Çünkü ben doğru değilim.
Ben sadece eğildim.
Ve o eğilişte
bazı sözler içimden doğduysa,
bil ki onlar bana ait değildir.
Sen bugün bir hoca dinlersin,
yarın başka birini.
Biri çıkar ‘sapmıştır’ der,
öbürü ‘hakikatin kendisidir’...
Peki sen kiminle yürüyorsun?
Kim konuşuyor senin içinde?
Kim sustuğunda da sana yol gösteriyor?
İşte hakikat oradadır.
Melami der ki:
"Hakikat, hocaların değil,
hâl ehlinin lisanındadır.
Ama o lisan da duyulmaz çoğu zaman—
çünkü kulak değil,
kalp gerekir onu işitmek için.”
Yolcu…
Hakikati birinin ağzından duyamazsın.
Ama onun sustuğunda ne taşıdığını hissedersin.
O yüzden şunu sor:
‘Bu sözün ardında gösterme mi var,
yoksa teslimiyet mi?’
Çünkü gösteren, benlikledir.
Teslim olan, susar.
Ve susanın içine doğan söz,
Hakk’tan gelir.
**Sen bana inanma.
Ama içindeki hak sesiyle çarpışmayan söze kulak ver.
Ve en önemlisi:
Senin benliğini güçlendiren değil,
benliğini yakan sözü ara.
Çünkü yakmayan söz,
sadece okşar.
Ama hakikat okşamaz…
Yakmadan gerçek göstermez.”