Kalbe ayan oldu ki: “Kul hüvellâhü ehad”
Kalbe ayan oldu ki: “Kul hüvellâhü ehad”
Melâmî’nin diliyle, ilk ayetten fenâ makamına yürüyüş
Kalbe ayan oldu ki…
Bazı sözler vardır, kulaktan girip dilde dolaşmaz.
Onlar, doğrudan kalbe ayan olur.
Bu öyle bir ayettir.
“Kul hüvellâhü ehad” —
Zahirde dört kelime…
Ama bâtında, bir ömrün yıkımı ve yeniden doğuşu.
“Kul” – De…
Melâmî ilk bu kelimede durur.
Çünkü burada bir emir gizlidir:
“Sen konuşma; söyle denileni söyle.”
Bu, benliğe indirilen ilk darbedir.
Senin fikrin değil,
senin kelimen değil.
Senin “ben”inin değil,
O’nun tecellisinin konuşması istenir.
Ama bu, kolay bir çağrı değildir.
Çünkü önce senin susman gerekir.
Evet, dilden değil, benlikten susman…
“Kul”, sadece bir “söyle!” emri değil,
“söyleyen sen olma artık” buyruğudur.
Ve bu buyruğa kulak veren kişi,
fenâ kapısının tokmağına dokunmuştur.
“Hüve” – O…
O…
Ama kimdir O?
İşte burada akıl durur.
Dil susar.
Zihin karışır.
Çünkü “Hüve”,
tanımlanamaz, sınırlandırılamaz, gösterilemez olanı işaret eder.
Melâmî, “Hüve” derken içten içe şunu hisseder:
“Ben artık tarif edemem; sadece teslim olurum.”
Ve yine buradadır ki,
kişi kendi benliğinin bilgisizliğini kabul eder.
Bilmekle yetinmez,
bilmemenin kudretine secde eder.
“Hüve” bir aynadır…
Ama sen bakınca kendini değil,
hiçliği görürsün.
“Allâhü” – O isim ki…
Melâmî burada ağlar bazen.
Çünkü bu isim,
tüm arayışların, özlemlerin, yanışların adıdır.
Sen bu ismi her yerde duymuş olabilirsin.
Ama Melâmî bilir:
Allah ismi, kalbe indiği an seni başka biri yapar.
Bu isim, seni senden eden,
sana seni unutturan,
“Ben” diyemeyecek hale getiren bir hâlet-i ruhtur.
“Allah” diyorsan,
ama hâlâ “ben”in güçlüyse,
o isim sana inmemiştir.
Sadece dilinde gezinmiştir.
Ama inerse…
yakar.
yakar.
ve kül edene kadar bırakmaz.
“Ehad” – Tek… Bölünmez… Ben’siz…
“Bir” değildir “ehad”…
“Bir” olmak, ikiyi kabul eder.
Ama “ehad”…
İkinin hayalini bile ortadan kaldırır.
Burada Melâmî susar.
Çünkü artık kelime kalmamıştır.
Sadece bir yokluk hissi,
ama derin bir huzur vardır.
Ehad ismini işiten,
kendinde ikinci bir varlık göremez.
Ve işte orada,
fenâ başlamıştır.
Fenâya çağrıdır bu ayet…
“De…” denmişti başta.
Ama yolun sonunda artık “sen” kalmaz.
Sözü taşıyan yoksa,
söz, Hak’tan doğrudur.
Melâmî bilir:
“Kul hüvellâhü ehad”,
bir çağrıdır:
“Gel… ve silin.”
Bu ayet, fenâ makamının eşiğidir.
Burada kişi:
– Bildiği her şeyi bırakır,
– Anladığını unutur,
– İnşa ettiği kimlikleri çözer,
– Ve sadece Hiçliğin eşiğinde beklemeye başlar.
Fenâ,
bir yok oluş değil,
bir gerçek oluş öncesi çözülmedir.
Ve bu ayet,
o çözülmeye çağıran sessiz bir ferman gibidir.
Melâmî son sözünü fısıldar:
“Kul hüvellâhü ehad…
Bu bir ayet değil,
bir yoldur.
Bu yolda yürüyen önce konuşmayı bırakır.
Sonra konuşan kalmaz.
Ve sonra sadece O kalır.
İşte fenâ budur.”