Sen şimdi istemeyi kutsal zannediyorsun. Ama farkında mısın, isteyen hâlâ sensin?
İstek, seni ortaya koyar.
“Ben şunu istiyorum.”
“Ben bunu hak ettim.”
“Ben oldurmaya çalışıyorum.”
Melami anlatıyor:
“İstek seni gösterir,
dua seni siler.
Biri sana ait,
diğeri senden geçendir.”
Sen şimdi istemeyi kutsal zannediyorsun.
Ama farkında mısın,
isteyen hâlâ sensin?
Ve sen oldukça,
O görünmez.
İstek, seni ortaya koyar.
“Ben şunu istiyorum.”
“Ben bunu hak ettim.”
“Ben oldurmaya çalışıyorum.”
Hâlâ ‘ben’...
her cümlede, her niyette, her gözyaşında ‘ben’.
İşte bu yüzden istek, çoğu zaman ibadet gibi görünür,
ama içi nefsle doludur.
Ve o istek, sana verdiğini zannettirirken
özünü senden uzaklaştırır.
Gerçek istek,
benlik silinmeden edilemez.
Ama sen hâlâ kendin için isterken
kendi varlığını besliyorsun.
Ve varlık büyüdükçe,
araya perde iniyor.
Çünkü sen oldukça,
O eksik görünür.
Sen azaldıkça,
O artmaz—zaten hep oradadır.
Ama sen görmeye başlarsın.
Dua ise bambaşka bir şeydir.
Dua, bir talep değil,
bir tükeniştir.
Dua, içini yakıp
“Ben yokum artık,
ama senin huzurundayım” diyebilmektir.
Dua, istemek değil,
teslim olmaktır.
O kadar erimişsindir ki
ne dilediğini bile hatırlamazsın.
Sadece yönelmişsindir,
yüzsüz, niyetsiz, hesapsız…
Ve tam orada,
Hak dilemeye başlar.
Senin yerine.
İşte bu yüzden Melami der ki:
“İstek seni görünür kılar,
dua ise seni görünmez eder.
Biri kendine çağırır,
diğeri Hak’ta yok olmaya.”
Sen dua ettiğini sanıyorsan,
şunu sor kendine:
“Bu dua beni eritiyor mu,
yoksa varlığımı mı parlatıyor?”
Eğer dua seni yıkmıyorsa,
seni hâlâ taşıyorsa,
o dua değil,
süslü bir istekten ibarettir.
Ve unutma…
İstekle dolu olan doludur,
ama dolu olan hakikatle buluşamaz.
Boşalan kap,
rahmetle dolar.
Ve sadece boş olan,
duaya yer açar.
O hâlde sen dilemekle değil,
silinmekle meşgul ol.
Ve bil ki:
En büyük kabul,
artık istemediğin hâlde gelen şeydir.
Çünkü orada sen yoksundur,
sadece O kalmıştır.